30 Nisan 2017 Pazar

MISIR ÇARŞISI




                                                               MISIR ÇARŞISI




Mısır Çarşısıİstanbul’da bulunan çok sayıda dükkandan oluşan bir çarşıdır. İstanbul gezilecek yerler listesinin ilk sıralarında yer alan çarşı“L” şeklindedir ve Yeni Camii Külliyesi’nin bir parçası olarak 17. yüzyılda yapılmıştır. Gelirinin bir dönemler hayır kurumlarına aktarıldığı çarşı, “Baharat Çarşısı” adıyla da bilinmektedir. “Mısır Çarşısı” ismi çarşının Mısır kökenli ürünlerden alınan vergiler ile yapılmasından gelir. Mimar Kazım Ağa tarafından yaptırılan çarşının o dönem ki sahibi Osmanlı eşrafından Turhan Sultan’dır.
Yapı, tarihi boyunca birkaç kez çeşitli felaketleri tecrübe etmiştir. Bu felaketlerin en büyüğü 1940 yılında yaşanan yangın olayıdır. Bu yangında büyük oranda zarar gören yapı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yenilenmiştir. Çarşının iki ana ve beş yan kapısı vardır. İstanbul’un en ünlü çarşılarından olan Mısır Çarşısı, Eminönü’nde Yeni Camii yakınında bulunmaktadır.
Asya ve Avrupa ticaret yolu üzerinde zaman içerisinde bir baharat çarşısına dönüşen bu yerde günümüzde baharat çeşitleri, hediyelikler, kuruyemiş, bal, ev eşyaları, kıyafet gibi ürünler satın alınabilir. Çarşıdaki fiyatlar genelde hem Türk Lirası hem de yabancı para birimleri ile gösterilmektedir. Bunun nedeni yapının yabancı turistler için popüler bir gezi noktası olmasıdır. Mısır Çarşısı’nda ayrıca çiçek pazarı, balık pazarı, meyve ve sebze satıcıları da bulunmaktadır. Çarşı esnafı işlerini babadan oğula aktarmaya çalışmakta ve çarşının devamlılığını maddi ve manevi açıdan gözetmektedir.





TOPKAPI SARAYI

                                              



                                                                TOPKAPI SARAYI

Topkapı Sarayı, 1459 – 1465 yılları arasında Fatih Sultan Mehmet tarafından ikametgah olarak yaptırılan saraydır ve Osmanlı’nın en köklü saraylarından biridir.
Saray, tek bir bina olarak değil Osmanlı’nın göçebe ve çadır kültürünü yansıtır şekilde dört büyük avlu ve köşkler olarak yapılmıştır. Saray, 4 yüzyıl boyunca yönetim merkezi olarak kullanılmasının yanı sıra asker ve memur yetiştiren Enderun Mektebi’ne ev sahipliği yapması nedeniyle de önemlidir. Saray, 18. yüzyılda saray ailesinin Dolmabahçe Sarayı’na taşınması ile boşaltılmıştır. 1924 yılında müzeye dönüştürülerek ziyarete açılmıştır.

Topkapı Sarayı’nın Bölümleri

Bu görkemli saray altı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler Bab-ı HümayunDivan Meydanı, Alay Meydanı, Enderun Avlusu, Sofa-i Humayun, Harem’dir. Her birinin kendine özgü karakteristik bir yapısı ve işlevi mevcuttur.

Topkapı Sarayı’nda mutlaka görmeniz gereken bölüm ve eserler arasında padişah ve vezirlerin toplantıları izlediği Divan-ı Hümayun bölümü, Haliç manzaralı İftariye Kameriyesi, 1639’da Bağdat’ın fethi şerefine yaptırılan Bağdat Köşkü, 1719’da yapılan III. Ahmet Kütüphanesi, hazine odası gelmektedir.
Topkapı Sarayı koleksiyonu birçok özgün ve değerli seramik, cam, gümüş, silah, zırh, minyatür, el yazması, kıyafet, saat ve kutsal emaneti içerir. Topkapı Sarayı’nın en ilgi çeken bölümü olarak harem görülür. Padişahın eşleri, çocukları, cariyelerinin yaşadığı yer olan harem, mimarisi ve içerisinde görebileceğiniz eserlerle de dikkat çekmektedir. Burada padişahın annesinin yaşadığı Valide Sultan Odası, İznik çinileri ile süslü Çifte Kasırlar, 18. yüzyıldan kalma III. Ahmet’in yemek odası, eğlencelerin düzenlendiği Saltanat Odası ve Harem Ağaları Taşlığı bulunmaktadır.

İstanbul gezilecek yerler denildiğinde akla ilk gelen noktalardan olan Topkapı Sarayı, hırka-ı şerif ve diğer bazı kutsal emanetlere ev sahipliği yapması nedeniyle özellikle Ramazan aylarında ziyaretçi akınına uğramaktadır.





AYASOFYA CAMİİ

                             


                                                                 AYASOFYA CAMİİ



Bizans İmparatorluğu tarafından yapılan, Ortodoks Kilisesi olarak hizmete açılan, Fatih Sultan Mehmet’ in İstanbul’ u fethiyle de Osmanlı’ nın eline geçen Ayasofya Müzesi, günümüzde hala birçok sırra ev sahipliği yapıyor. Osmanlı İmparatorluğu’ nun eline geçmesiyle camiye dönüştürülen Ayasofya, günümüzde müze olarak hizmete devam ediyor. 921 yıl kilise, 481 yıl da cami işlevi görmesinden dolayı hem Hristiyanlar için hem de Müslümanlar için ayrı bir öneme sahip. İşte o muhteşem yapının muhteşem özellikleri ve sırları:
El Terlemesini Bitiren Terleyen Direk: Ayasofya’ nın kıble yönünde bulunan kapılardan sol taraftakilerin en sonuncusunun içinde bulunan sütun, mermerden yapılmış ve her mevsim ıslak. İşte bu her zaman nemli olma özelliği bu sütuna ” terleyen direk ” unvanını kazandırmış durumda. Mermerden yapılmış olmasına rağmen yerden ilk 1 metrelik kısmı bakırlarla kaplı. Bu direk sağladığı faydayla da dikkat çekiyor. Elleri çok terleyen insanlar, bu direk üzerinde bulunan deliğe parmaklarını sokarlarsa el terleme problemleri sona eriyor. Bunu birçok kişi denemiş ve gerçekten durumun böyle olduğu anlaşılmış. Peki bu direğin yaz kış demeden nemli kalabilmesinin nedeni ne? Bu sorunun cevabına yönelik 2 farklı inanış var. İlki eskiden bir depremde yıkılan kubbenin restorasyonunda Mekke’ den getirilen zemzem suyunun bu direğin harcına karıştırılmasından dolayı bu durum ortaya çıkıyor. Diğer inanışa göre ise Hz. Hızır Bu direğe dokunarak yönünü Mekke’ ye doğru çevirmiş. Tabi bu inançlarda Osmanlı Devrinin etkisi büyük. En bilimsel açıklaması ise bu direğin gözenekli oluşu. Ayrıca sahip olduğu kılcal bir yapı var. Bu sayede temelde bulunan suyu alıyor ve direğin yüzüne gözenekler yardımıyla çıkarıyor. Ancak neden sadece bu direğin bu şekilde yapıldığı ise hala soru işareti.
Büyük Salondaki Kuyu: Gizemi çok olan yapıların halk arasındaki inanışları da çok fazla oluyor. Ayasofya da içindeki birçok gizemli yapıyla halkta çok sayıda farklı düşünceler geliştirmiş. Bu kuyu da onlardan biri. Öyle ki kalp hastalığı olanlar bu kuyuya geliyor ve sabah namazı kıldıktan sonra bu kuyunun suyundan içiyorlar. Tabi müze haline getirilince bu gelenek de sona ermek zorunda kaldı. Bu kuyu 50 cm.’ lik bir çapa sahip. Suyu ise çok tatlı değil ancak mineral yönünden zengin. Derinliğinin 7 metreden fazla olduğu tahmin ediliyor. Kalp hastalığına iyi geldiği düşüncesinin bir temeli vardır mutlaka. Ancak bilimsel bir açıklama için araştırma yapılması gerekir. Fiziksel bir araştırma mevcut olmasa da bazı uzmanlar bu suyun psikolojik olarak hastaları etkilediğini düşünüyor. Yani hasta suyun iyi geleceğini düşünüyor ve zamanla buna kendini inandırıyor. Böylece gelişen umut sayesinde beyindeki üzüntü kanallarının etkisi azalıyor. Bu da hastanın kendini iyi hissetmesine sebep oluyor.
Ayasofya’ yı Yıkacağına İnanılan Tabut: Ayasofya içindeki kıble kapılarından ortada bulunanının iç tarafında bir tabut mevcut. Bu tabutun içinde Kraliçe Sofya’ nın olduğu biliniyor. Üstelik buradaki kubbede 4 melek figürü var. Azrail, İsrafil, Cebrail ve Mikail meleklerinin figürleri olan bu resimler ile tabut arasında bir ilişki kurulmuş ve yüzyıllardır tabutun yeriyle oynanırsa Ayasofya’ nın yıkılacağı düşüncesi gelişmiş.
Kubbedeki Pençe: Yapının güneydoğu kısmında bulunan kubbenin desteği olan fil ayağının tepesinde yerden 6 metre yüksekte bulunan bir iz var. Bu iz büyük bir ele benziyor. Pençeye benzetenler de var. İnanışa göre Fatih Sultan Mehmet’ in atının ürkmesiyle bu sütuna dayanmış. At debelenirken bu yapıyı tahrip etmiş. Ancak 6 metre yükseklikte bulunan bir bölgeyi atın nasıl tahrip ettiği muamma. Kendiliğinden oluşmadığı da aşikar. Çünkü böyle bir görüntü, yapıyı oluşturan unsurların çeşitli sebeplerle dökülmesi sonucu oluşabilecek bir görüntü değil.
Ayasofya’ nın bazı tarihi olaylardaki yeri de şöyle




:
Ortodokslar ve Katoliklerin Dargınlığı Ayasofya’ da Başlıyor: 1054 yılında bir ayin esnasında papanın gönderdiği bir temsilci patriğin aforoz edildiğini bildiriyor. Ayinde bulunanlar olay çıkartıyor ve ayin tamamlanamıyor. Ortodoks Kilisesi ve Katolik Kilisesi bu olay yüzünden tam 911 yıl boyunca dargın ve ayrı duruyor. 1967 yılında Papa 6. Paul’ un Ayasofya’ yı ziyaretiyle bu dargınlık manevi anlamda son bulmuş oldu.
Kutsal Eserlerin Avrupa’ ya Kaçırılması: 1204 yılında gerçekleştirilen Haçlı Ordusu’ nda bulunan Hristiyanlar, kendileri için kutsal olan birçok eseri Avrupa’ ya taşıdı. Bu eserlerden bir kısmı ancak geçtiğimiz yıllarda, yakın bir dönemde Vatikan’ ın hediyesi olarak Ayasofya Müzesi’ ne iade edildi.
Deisis Mozaiği: 1264 yılında yapılan bu mozaikte yer alanın kim olduğu hala tartışma konusu. Yakın döneme kadar Hz. isa’ nın mozaiği olduğu söylenirken, araştırmacı Roberto Solarion bunun aksini ispatladı. Tyanalı Apollon olduğunu ileri sürdü ve kanıt olarak da figürdeki sağ kaşın üzerinde bulunan izi gösterdi. Bu iz 11 sayısını ifade ediyordu ve Pisagor tarikatına mensup olan Apollon da bu iz mevcuttu. Aslında figür Hz. İsa’ yı ifade eder şekilde çizilmiş. Çünkü o dönemlerde paganların zorla Hristiyanlaştırılması nedeniyle bu yöntemi kullandıkları varsayılıyor. Baskıdan dolayı Hz. İsa figürü şeklinde Apollon’ u resimleştirdiler.
Bizans’ ın İlk Gizli Örgütü: Bizans tarihindeki ilk gizli örgüt Ayasofya’ da kuruldu. Mikail Cellius tarafından oluşturulan bu örgüt Yasofya’ nın içinde yer alan bir mahzende faaliyete geçti. Aynı zamanda bu mahzen Picatriks’ in çevirildiği yer. Picatriks, Gnostik Hristiyanların gizli kitabı.
İlk Düz Haç: Hristiyanların ilk düz haç kullanımı Ayasofya’ da gerçekleşiyor. Akhineton Haçı yerini böylelikle düz haça bırakmış oluyor.
Dandolo’ nun Ölümü: Papa, Latin ordularının komutan olan Venedik Dükü Dandolo’ ya İstanbul’ u Bizans’ ın elinden alma görevini veriyor. Bizans hükümdarı bunu duyduğunda Enrico Dandolo’ ya haber gönderiyor ve eğer İstanbul’ u işgal ederse İstanbul’ un da onu öldüreceğini söylüyor. Dandolo buna rağmen şehre giriyor. Üstelik sadece 4 günde savaşı kazanıyor. Kısa bir süre sonra ölümü gerçekleşiyor. Bunun üzerine Ayasofya’ ya gömülmüştür. Bizan tekrar İstanbul’ u geri aldığında bu mezara dokunmamıştır. Hala müze içinde bulunuyor.
Ayasofya’ daki Viking Yazıları: Ayasofya’ nın 2. katında bulunan balkonda Vikinglere ait olduğu anlaşılan yazılara rastlandı. Rune alfabesi kullanılarak yazılan bu yazıların bir benzeri de Ayasofya’ nın altındaki mahzenlerde de mevcut.
Yeraltındaki Tüneller: Ayasofya’ nın altında tüneller tespit edildi. Bu tünellerle Kınalı Ada’ ya ulaşmak mümkün olduğu düşünülüyor. Ancak araştırma yapmak oldukça tehlikeli. Bu yüzden bu tünellerin ucu nereye varıyor tam belli değil.

ÇEMBERLİTAŞ SÜTUNU

                                                          

                                                        ÇEMBERLİTAŞ SÜTUNU
Çemberlitaş Sütunu İstanbul’da aynı adı taşıyan semtte bulunan dikilitaştır. Roma İmparatoru Büyük Constantinus tarafından 11 Mayıs 330′ da Konstantinopolis’in kuruluşu sırasında Roma’dan getirilerek dikildi. Porfir bloklardan oluşan sütun, Roma’ da Apollon Tapınağı’nda bulunuyordu ve üzerinde yedi ışıklı tacıyla Helios biçiminde betimlenen Tanrı Apollon’ un heykeli vardı. İstanbul’a getirildikten sonra Apollon heykelinin yerine Constantinus’un heykeli ve tacındaki yedi ışık yerine de İsa’yı çarmıha çakan çiviler konuldu. Daha sonra heykeller değiştirildi; önce İmparator İulianus (361-363), sonra da Büyük Theodosius (376-395) kendi heykellerini koydurdular. 1081’de yıldırım düşmesi nedeniyle, Thedosius heykeli yıkıldı.
Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos (1143-1180) bunun yerine günümüzde de yerinde duran yazıtlı mermer bir Korint başlığı koydurdu. Başlığın üzerinde altı yaldızlı bir haç bulunuyordu. 1204-1261 arasında İstanbul’daki Latin egemenliği döneminde sütunun üzerinde büyük boyutlu bir Hera heykeli vardı. Osmanlı döneminde haç kaldırılarak dikilitaş yerinde bırakıldı. 1672’deki büyük yangında dikilitaş, çevresindeki yapılarla birlikte büyük zarar gördü ve porfir bloklar çatladı. II. Mustafa (1695-1703) döneminde 1701’de çatlayan sütunlar, çemberlerle sağlamlaştırıldı ve sütun bundan sonra Çemberlitaş adını aldı. Cumhuriyet’ten sonra çevresindeki birçok yapı yıkılarak sütun ortaya çıkarıldı, çevre düzenlenip bugünkü haline getirildi.
Çemberlitaş’ın günümüzdeki yüksekliği kaidesiyle birlikte 33 metredir. 6 parça porfir silindir bloğun üst üste gelmesiyle oluşmuştur. Sütun altıgen bir kaide üzerine oturur. Porfir blokların birleştiği yerler defne dalı biçiminde işlenmiş mermer çelenklerle bezenmiştir.




FETİH KAPI


                                                                       FETİHKAPI



Peygamber efendimiz Hz.Muhammed (SAV) yüz yıllar önce İstanbul'un fethini hadis-i şeriflerinde müjdelemiştir. Bir gün feth edilecek olan bu şehir yıllarca Fatih'ini beklemiştir. Şehrin  surları defalarca kuşatılmış fakat aşılamamıştır..

7. Osmanlı Padişahı II.Mehmet (Fatih Sultan Mehmet Han) yaklaşık 250.000 kişilik ordusuyla 6 Nisan 1453'te İstanbul'u kuşatmış, 1 ay, 3 hafta, 2 gün sonunda 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u Fethederek şehre giriş yapmıştır. Peki Fatih'in İstanbul'a nereden girdiğini aramızdan kaç kişi biliyor?

Evet bugün o günlere gittik ve Fatih'in İstanbul'a girdiği yerdeydik; Fetihkapı..Peygamber efendimiz Hz.Muhammed (SAV) yüz yıllar önce İstanbul'un fethini hadis-i şeriflerinde müjdelemiştir. Bir gün feth edilecek olan bu şehir yıllarca Fatih'ini beklemiştir. Şehrin  surları defalarca kuşatılmış fakat aşılamamıştır..

7. Osmanlı Padişahı II.Mehmet (Fatih Sultan Mehmet Han) yaklaşık 250.000 kişilik ordusuyla 6 Nisan 1453'te İstanbul'u kuşatmış, 1 ay, 3 hafta, 2 gün sonunda 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u Fethederek şehre giriş yapmıştır. Peki Fatih'in İstanbul'a nereden girdiğini aramızdan kaç kişi biliyor?

Evet bugün o günlere gittik ve Fatih'in İstanbul'a girdiği yerdeydik; Fetihkapı..


Fetihkapı (Romanos)

Fetihkapı'nın Bizans dönemindeki ismi Romanos kapısıdır. Fetih sonrasında Fatih Sultan Mehmet'in lalası Akşemseddin ile birlikte bu kapıdan girmesiyle birlikte halk arasında Fetihkapı olarak anılmaya başlamıştır. Belki İstanbul'un en özel tarihi noktalarından biri olması gereken bu kapı günümüzde hakkettiği ilgiyi maalesef ki göremiyor ve bu şehirde yaşayan insanlar tarafından yeterince bilinmiyor..

Merak ettim orada yaşayan esnafa sordum "bu kapının özelliğini biliyor musunuz?" diye.. Oradan metrobüse gidiliyor cevabını aldım.. 

Aslında bu ilgisizlik ve bilgisizlik sadece bu kapıya mahsus değil.. İstanbul'un birçok kapısı bu bölgenin Dünya Miras Alanı olarak belirlenmesine rağmen gerekli restorasyon ve koruma maalesef ki yapılmıyor.. turizme açılmıyor.. 

Her gün yüzlerce insan bu kapıdan geçiyor ve o büyük fethin en büyük şahidi burada hak ettiği değeri bulamıyor..